Dövüş Kulübü 1996 yılında Chuck Palahniuk tarafından
yazılmış bir romandır. 1999 yılında David Fincher tarafından beyaz perdeye
aktarılmış, başrollerinde Brad Pitt(Tyler Durden) ve Edward Norton(Jack) ve
Helena Bonham Carter(Marla Singer) rol almıştır. Ufak tefek bilgiler vermek ve
yazının ciddiyetini korumak adına wikipedia’dan çalıntıladığım kısımlar
bittiğine göre asıl meseleye geçebiliriz.
Asıl mesele şu ki; bir kitabın/yazarın/filmin/şarkının ne
anlatmak istediği çok önemli değildir. Ne yazarın ne yönetmenin niyeti önemli
değildir. Her şey alıcıda olup biter. Hatta alıcının hayatının belli
dönemlerine, ruh haline, yaşantısının çalkantılarına göre bile aldığı şey çok
değişkendir.
Benim de hayatımın böyle bir dönemine denk gelmiştir Dövüş Kulübü.
Tam en lazım olduğu döneme! Tyler Durden, sirkeyle Jack’in elindeki kimyasal
yanığı nötralize ederken “Tebrikler, dibe
vurmaya bir adım daha yaklaştın” dediğinde, onu Jack’e değil bana
söylemiştir.
Dövüş Kulübü’ne baktığımda, akıcılık derdi olmayan fakat
okurken sıkmayan, kurguda mükemmellik aramayan ama yine de bir şaşırtmacayla
akılları karıştıran, ne temiz bir üslup peşinde ne de okuyucunun midesini
kaldırmamaya özen gösteren bir eser görüyorum. Dövüş Kulübü’ne, tüm bunları
dikkate alarak klasik bir roman gözüyle bakmak içindeki o sivri felsefeye
haksızlık etmek olur. Her tespitte ve yargıda, güçlü gözlemlerin, farklı ve
nevi şahsına münhasır bir bakış açısının izlerini görebiliriz. İnsanın adeta
bilincine balyoz gibi inen, tüm normalleri sorgulanabilir ve temelsiz
alışkanlıklar haline getiren yazarın çekinmez ve vurdumduymaz söylemleri,
kitabı daha da çekici yapıyor.
Bir fıtrat arayışının hikâyesidir benim için bu kitap.
Medeniyet adını verdiğimiz oyun parkında, kendi kendimize uydurduğumuz farazi
her değerin, her yargının üstüne basa basa sorgulamasını yapar. Mesela sahip
olmak ne ifade eder sizin için? Anlamı var mıdır, varsa nedir? Kendinizi nasıl
ve neyle tanımlarsınız? Buyurun, Tyler Durden ne diyor bu konuda bakalım:
“Dinleyin sürüngenler; sizler özel değilsiniz,
sizler güzel ya da eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz,
sizler işiniz değilsiniz,
sizler paranız kadar değilsiniz,
bindiğiniz araba değilsiniz,
kredi kartlarınızın limiti değilsiniz,
sizler iç çamaşırınızın markası değilsiniz,
sizler herkes gibi çürüyen birer organik maddesiniz.
Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden pislikleriyiz."
“Dinleyin sürüngenler; sizler özel değilsiniz,
sizler güzel ya da eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz,
sizler işiniz değilsiniz,
sizler paranız kadar değilsiniz,
bindiğiniz araba değilsiniz,
kredi kartlarınızın limiti değilsiniz,
sizler iç çamaşırınızın markası değilsiniz,
sizler herkes gibi çürüyen birer organik maddesiniz.
Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden pislikleriyiz."
Eğer varlığınızı bunlardan herhangi biriyle tanımlıyorsanız,
acilen bir Dövüş Kulübü’ne ihtiyacınız var demektir. Çoğu zaman farkında
olmadığımız bu varlığımızı anlamlandırma biçimi, sahip olduklarımızı
kaybettiğimizde içine düştüğümüz bir boşluk olarak karşımıza çıkar. Bir gün
işimizi kaybettiğimizde bakarız ki tüm hayatımız ve anlamı işimizden ibaretmiş.
Bir gün paramızı kaybettiğimizde anlarız ki elimizde olan tek şey paraymış.
Anlamalıyız ki –ve belki de tüm hayatımız bunu anlamak uğraşıyla
geçecektir- öğrendiğimiz, bildiğimiz,
kabul ettiğimiz ne varsa şüpheyle yaklaşmalı, aidiyetlerimizi, ihtiyaçlarımızı
en baştan sorgulamalıyız. Dünyaya ve içine doğduğumuz kurulu düzene en baştan
bakmamız lazım. Bakış açımızla fazlasıyla oynayarak hem de. Buna ihtiyacım var
mı yoksa bu kendimi tanımladığım, toplum içinde kendime statü biçtiğim bir
madalyon mu?
Peki, nedir insanı tanımlayan? Tüm bunların hiçbiri değilsek
neyiz biz? Varlığımızı hangi şekilde veya neyle anlamlandırırsak yanılgıya
düşmemiş oluruz?
Tüm bu sahip olduğumuzu zannettiğimiz ve bir gün kesinlikle
kaybedeceğimiz her şey değilse yaşamak enerjimiz, nedir?
İşte Dövüş Kulübü’nün cevapsız bıraktığı sorular da bunlar. Fakat belki de, cevapsız bırakılmalıydı bu sorular. Doğruyu öğrenmeden önce yanlıştan vazgeçmek gerekiyor belki de.
İşte Dövüş Kulübü’nün cevapsız bıraktığı sorular da bunlar. Fakat belki de, cevapsız bırakılmalıydı bu sorular. Doğruyu öğrenmeden önce yanlıştan vazgeçmek gerekiyor belki de.
Hayatından ve işinden memnun, tükettikleriyle mutlu,
inandıklarıyla huzurlu biriyseniz acilen bir Dövüş Kulübü’ne ihtiyacınız var
demektir!
Bir an önce “dibe vurmanız”, aidiyetlerinizden sıyrılmanız,
varlığınızın gerçek anlamı üzerine kafa yoracak kadar çok şey kaybetmeniz
gerekiyor demektir!
Çünkü “Acı ve
fedakârlık olmadan, hiçbir şeyimiz olmazdı.”
Çünkü “Sahip
olduklarımı yok eden kurtarıcı, benim ruhumu kurtarma savaşındadır. Bütün
aidiyetleri yolumdan kaldıran öğretmen beni özgür kılacaktır.”
Çünkü “Ancak
kaybedecek bir şeyimiz kalmadığında gerçekten özgür olabiliriz.”
Dövüş Kulübü’nü okuyun ve izleyin. Tyler Durden’la mutlaka
tanışın. İnşallah, Jack’in söylediği gibi belki “hayatınızın çok garip bir döneminde” tanırsınız. Belki sizin için çok şeyi
değiştirecektir.
Önyargılarınızdan sıyrılarak okursanız, Dövüş Kulübü sizin de
hayatınızı mahvedecek ve buna çok memnun olacaksınız.
“Sen hayatımda başıma gelen en kötü şeysin.”(Marla Singer)
Mert İNAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder