Anasayfa Haberler Kitap Eleştirileri Film Eleştirileri Yazılar

18 Temmuz 2014 Cuma

İki Kişinin Bildiği Alfabeden Aşkı Anlatmak

Şifreli konuşmalar için ya çocuk olmak lazım ya da çok korkak... Bunun dışında insan sayısı kadar alternatif üretilebilir. Aşk öyküsü denince aklımıza gelen ani başlangıçlar, bilinen süreçler ve sessiz sonlanışlar mıdır? Yoksa ciddi mücadeleler, kavuşamamanın getirdiği yeni mana yüklemeleri ve derin izler bırakan, tamamlanmamış, sonuna üç nokta konmuş cümleler mi?

Bir roman düşünün... 1960’lı yılların Kıbrıs’ında başlıyor, sonra bir kronolojiye uymadan tıpkı roman kahramanın yaşadığı duygular gibi bir ileri bir geri gidip geliyor, değişiyor, dönüşüyor, durgunlaşıyor ve yeniden şiddetleniyor... Ve şifreli bir alfabe ile başlayan duygular, aşk denen okyanus içerisinde bir sal olup yol almaya başlıyor.

“Hayaller oturabileceğiniz en büyük evdir” diyen bir romandan bahsederken aşklar geri planda kalır... O zaman akla aşkla şekillenen hayat mı yoksa hayatla şekillenen aşk mı yaşandığı sorusu gelir...

“Yaz” bir mevsim adı ya da bir eylem

Kitapların yazıldığı mevsimlerin, okunmasında etkili olup olmadığı araştırılması gereken konu olarak bir kenarda dursun. “Yaz” dendiğinde kimilerinin aklına inanılmaz anılarla dolu bir mevsim gelirken, kimilerinin aklına da yazma eyleminin coşkusu/zorluğu ve zorunluluğu gelir... Kürşat Başar’ın “Yaz” adlı romanı da işte okuyucularına her iki seçeneği de sunuyor ve hangisinin daha önemli olduğunun kararını okuyucuya bırakıyor...

Yazarın on yıl aradan sonra kaleme aldığı bu roman; hayata kayıplar ve boşluklarla başlayan bir gencin yaşadığı travmaları ve büyüme sürecini anlatıyor. Hikâyenin kahramanı Murat, bu hayatı kavrama ve içine kapanıklığını çözme sürecinde Emel ile karşılaşıyor... Bu karşılaşma o içine kapandığı ve hayatı kitaplardan öğrenmeye çalıştığı bütün süreçlerini altüst ediyor. Sırlar, şifreler, farklı dünyalar ve insan fıtratının getirdiği farklılıkların insanları birbirine yaklaştırması ve bazen de birbirleri arasına duvarlar örmesini usulca okurun kulağına fısıldıyor...

“Yaz” baştan aşağı olaylarla ilerlemiyor. Murat’ın dilinden hayata dair aspirin fikirler aralara serpiştiriliyor. Yakalayabilenler için boyutu minik ama manası büyük sloganlar, düşünceler arasında savruluyor...

Küçükken hepimiz, bir an önce, "hayata atılmak" için yanıp tutuşuruz. Bir romanı okurken kahramanın başına neler geleceğini bilmezsiniz ama isterseniz bir hile yapar ve ilerleyen sayfaları açıp neler olacağını öğrenebilir, hatta kitabın sonunu okuyabilirsiniz. Ama kendi hayatınızda bunu yapamazsınız. O atıldığınız hayatın sizi nereye sürükleyeceğini, başınıza neler geleceğini, geri dönüp dönemeyeceğinizi hiç bilemezsiniz. Çoğu zaman bildiğinizi sansanız bile... (Yaz, Kürşat Başar, 2014)

Yaptığı genellemeleri, yaşadığı sevinç ve hayal kırıklıkları ile besleyen yazar, Murat’a biçtiği sessiz, düşünceli ve sabırlı adam kişiliğiyle söylemesi gerekenleri hiç zorlamadan özetliyor.

İnsanın başka yerlerde başka hayatlar kurup kendisini tümüyle bir başkası gibi görmesi mümkün ama aynaya baktığında gördüğü kendi yüzünden kurtulması mümkün değil. Çoğumuz bir biçimde kendimizi aldatıyoruz. Elbette başkalarını da... Belki pek çok insan ömrünün sonuna dek bunu sürdürebiliyor ve yaşadığı yerde kendisine tutulan aynalarda bile farklı bir yansıma gördüğüne kendini inandırabiliyor... 

Roman kahramanını öne çıkaran iki özellik hem çok okuması, hem de düzenli mektuplar yazması... Okuyucuya samimi gelen bir başka noktada olayları anlatırken bazı bölümlerini hatırlamadığı, bazı yerlerde gerçekten öyle mi olduğu yoksa bunu kendi zihninde mi yoğurduğu konusunda emin olmadığına dair itiraflarda bulunması.

"…kim bu devirde, televizyondaki bir diziyi, çalıp duran telefonda bir arkadaşın anlattıklarını, tanıyıp tanımadığı insanlara olur olmaz notlar yazmayı, bilgisayar başında geçirilen saatleri, akşama gidilecek eğlenceyi bırakıp da yüzlerce sayfalık bir romanı, satırlarını, bölümlerini atlamadan okur ?" 

“Günün birinde hepimiz başkalarının, yalnızca başkalarının dilindeki sözcüklere dönüşeceğiz” 

“Yaz” romanı ana karakteri sakin, duygularını yoğun olarak içinde yaşayan, çok konuşmayan yapısıyla, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı ve Zülfü Livaneli’nin Kardeşimin Hikâyesi’nin ana karakterlerini anımsatıyor... “Yaz”ı özel kılan ise, Murat’ın sadece kendi yaşadığı tecrübelerini anlatmakla kalmayıp, hayatın bütün süreçlerinde insana dair fikirleri sıkça dile getirmesi ve bunu kişiliklerle sınırlamaması.

Bir Ramazan günü iş çıkışı Kızılay Güvenpark’ta oturup sonunu heyecanla okuduğum “Yaz”, hem yazma isteğimi artıran hem de yeni kitaplar okumaya teşvik eden yönüyle ruhumda bir yerde bekliyor...

Ve aklıma Jerome David Salinger’ın, Çavdar Tarlasında Çocuklar adlı kitabındaki o harika cümle geliyor: “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir...”


Mustafa OĞUZ
mustafaoguz1@gmail.com

Hiç yorum yok: